24 Mart 2023 Cuma

“GÖNLÜ TAŞ OLANIN ŞEHRİ TAŞ, GÖNLÜ AŞK İLE DOLU OLANIN ŞEHRİ GÜLİSTAN OLUR.”

 “GÖNLÜ TAŞ OLANIN ŞEHRİ TAŞ, GÖNLÜ AŞK İLE DOLU OLANIN ŞEHRİ GÜLİSTAN OLUR.”

Kahramanmaraş depremiyle birlikte şehirlerimiz yerle bir oldu. Oralarda aslında şehir filan yoktu! Yığınla betonlar, onlarda çürüktü…

600 yüz yıl dünyanın en şiirsel şehirlerini inşa ettik Osmanlı coğrafyasında. Fakat yüzyıldır çok barbarca katlediyoruz kendi narin, ince o şiirsel şehirlerimizi. Maalesef bu topraklarda Osmanlı ruhu öldü… Yalnızca Balkanlar’da yaşıyor -o ruhtan habersiz insanlarla… Ah Osmanlı…

“İnsan şehri inşa ederken, aslında taşın toprağın arasında kendisini inşa eder. Gönülde her ne var ise, şehir olarak görünür. Gönlü taş olanın şehri taş, gönlü aşk ile dolu olanın şehri gülistan olur”. Ne güzel söylemiş Hacı Bayram Veli Hazretleri.

Şehirsiz medeniyet olmaz. Ancak şehri düşleyen, o şehre ruhunu veren yüce gönüllü insanlarıdır; ufukları, sonsuzluğun burçlarında gezinen yürekli insanlar; şair ruhlu, irfan yüklü, ilim deryası edeb ve sanat erbabı şahsiyetler..

Mahvetmeyin “o” insan kokan şehirlerimizi. İnsanlarımızı, yarınlarınızı daha fazla kazanma hırsınıza kurban etmeyin… Bırakın bizim olan şehirlerimiz bize ait kalsın. Öldürmeyin mahallemizdeki komşuluk ilişkilerimizi gökdelenlerinizle, yokluğunda kapısını çaldığımız bakkal amcamızı ucube AVM’lerinizle. Biz şehirlerimizin New York, Paris, Dubai, ya da Magnesia… olmasını istemiyoruz. Biz taklit etmek /edilmek istemiyoruz. Kıymayın şehirlerimizle birlikte çocuklarımıza, torunlarımıza...

Müslüman Şehir

Müslüman şehir / Medine tasavvuru… dişe dokunur birkaç cümle aktarmanın yararlı olacağını düşüncesi ile;

“Norveçli Monica Salmouk İslam hakkında çok araştırma yapmış, kitap okumuş; ama Müslüman olmaya Oslo’da gittiği İslam Kültür Merkezi’nden etkilenerek karar vermiş...”

Monica’nın hikâyesine benzeyen binlerce olay yaşanıyor dünyamızda. Yaşanan fiziki ortam, yapılar, ibadethaneler, binalar, şehirler değişiminize daha büyük bir etkide bulunurlar. Ve sizi ona uygun yaşamaya zorlar…

Son 20 yıl Türkiye “belediyelerin fiziki hizmetleri konusunda çağ atladı. Atladı da… “Maddi olarak her şeyi sunduğumuz ve sunmaya devam ettiğimiz insanlarımızın gönlüne, kültürüne, manevi dünyasına; bunların geleceğine yatırım yapın” artık dediğini duyuyor gibiyim Anadolu insanının.

Cadde ve sokakları buram, buram huzur veren şehirler...

Kapı önlerinde kardeşliğin ve muhabbetin sofralarının kurulduğu şehirler...

Yolda yürürken düşen birisini elinden yapışıp onu ayağa kaldıracak onlarca elin uzandığı “o” şehirler…

Leyleklerin evlerin çatılarında, sokaklarda, yuva yaptığı huzurlu şehirler...

Ezanları ile dinleyenleri ötelere taşıyan şehirler…

Bahçelerinin buram buram gül kokan camilerinin olduğu şehirler…

Ruhunu da inşa etmemiz gereken Manisa’lar…

Yol, su, kanal, kaldırım, park bahçe, sağlam binalar bunlar elbet olacak. Yetkili ve etkililerin gündeminde olmayan şehre ruh veren hizmetler ne zaman?..

Deprem bölgesindeki şehirlerimizi hem depreme dayanıklı hem de güçlü kültürel kimlikleri olan şehirler olarak inşa etmek için kolların sıvandığını görüyoruz. Başta Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum;  deprem boyunca en yoğun çalışan, yıkılan şehirlerimizi bizim medeniyet mefkûremiz ekseninde yeniden inşa etmek için çırpınan bakanlarımızdan biri. Değerli bakanımı gönülden kutluyorum…

Sayın bakanım:

Yıkılan şehirlerimizi ve yeni kurulacak yerleşim yerlerimizi, sözünü ettiğiniz gibi “bizim medeniyet mefkûremiz ekseninde” inşa etmekten zerre taviz vermeyin lütfen.

“Müslüman halka Müslüman şehirler inşa edelim. Monicaları Müslüman yapacak şehirler, Meryemleri Mariya yapacak şehirler değil!..” 

Şehirlerimizin kayıp ruhunun yakalama temennisiyle..

 

 

 

2 Ağustos 2020 Pazar


Bayramınız Mübarek Ola…

Bu seferde bayramlaşma olmayacak; göz teması ile candan sarılmalar…. Hani "Nerede o eski bayramlar" denir ya. Bu sefer gerçekten o bayramları çok özlediğimi hissediyorum. Özel bir bayram anım yok ama o herkesin dilindeki eski bayramlar benim için zaten özel ve unutulmazdı.

Köyümüzde, benim bildiğim 1970’li yıllardaki bayramlarda, bazı ailelerde, bütün köylünün katılımıyla birlikte yemekler yenirdi; Bu ziyafetlerde, yere serilen sofralar, lezzetli yemekler, yağlı ve ballı olanını çok severdim. Hiçbir zaman alkollü içki içilmez; içecek olarak su, ayran ikram edilirdi. Yemeklerden sonra aksakallılar kabadayı edasıyla anlattığı hatıraların neşesi, herkeste ikinci bir bayram havası oluşturur, böylece bayramın sevinci daha da artarak apayrı bir havaya bürünürdü.

Bayram anısı deyince nedense çocukluğum geliyor aklıma. Arefe geceleri; bayram için anne babaların yeni aldığı ayakkabıları koynumuza alıp uyuma diye bir lüksümüz yoktu. Giyeceğimiz lastik ayakkabının yırtık olmaması, elbisenin yamalı olmaması bizim için mutluluktu.  

Ben şimdi yine gidiyorum köyüme… Yürüyorum, eskiden yürüdüğüm yollarda ama yarısı yırtık eski fotoğraflar gibi tamamlanmamış hissediyorum kendimi. Arada bir arkama, sağıma soluma bakıyorum ama ne arkadaşlarımı ne de çocukluğumu görebiliyorum. Oralara bir yerlere bakıyorum ama bir türlü bulamıyorum çocukluğumu. Yakın arkadaşım Siyam Mustafa yok, yanında Dursun Ali ebediyette…

Sağıma ve soluma bakıp,  “buralarda bir yerde çocukluğumu kaybettim, bulursanız size zahmet bana gönderir misiniz? aklımdan geçmiyor değil.  Ama biliyorum ki; çocukluk bir kere kaybolunca bir daha bulunamıyor maalesef. Tıpkı o eski bayramlar gibi...

İyi bayramlar çocukluğum... İyi bayramlar hüzünlerim, üzüntülerim... İyi bayramlar neşelerim, gülüşlerim... İyi bayramlar çok ama çok sevdiklerim; Babam, Anneannem, Hanefi, Rafet, Yusuf Çakır, O mangal yürekli kayın babam fırıncı İdris, edep timsali kayın validem,   Tezcan Ödemiş, Osman Hayrı…

Bayramlar bize zamanı anlatıyor. Sevgiyi, saygıyı, dayanışmayı, barışmayı. Zaten yaşamın ve yaşamanın kendisi bir bayram değil mi?  

Çok Şükretmek lazım. Görmenin nasıl bir bayram olduğunu, görme özürlü Mehmet Göktaş’a sormalı…    
Can Yücel'in dediği gibi: "Nefes almak bayramdır, soluksuz kalınca anlar insan…
Sahip olduğumuz,  sızlamayan her organa sahip olmak bir bayramdır.

Bayramınız mübarek ola…

20 Temmuz 2020 Pazartesi


“Mahkeme Kadıya Mülk Değil”

İslam fıkhına göre namazın 12 farzı vardır. Altısı dışında, altısı içinde. Dışındakilere “şart”, içindekilere “rükün” denilir. Şartlardan ilk ikisi şudur: 1. Hadesten taharet. 2. Necasetten taharet.
Hades “görünmeyen kirliliklerin tümünü” kapsar. Bunlara manevi pislikler de denebilir. Bu kirlilik görünmese de insanın zihnini ve kalbini kirletir ve namaza manidir.
Necaset ise bellidir: Pislik. Bu ise görünen pislikleri ifade eder. Namazın şartlarından biri de görünen pisliklerden bedeni, elbiseyi, ibadet edilecek yeri temiz tutmaktır. Taharet ise bilindiği üzere “Temizlik” demektir.

Bu memleketin acilen iki anlamda da baştan sona kadar “Taharet”e ihtiyacı vardır.
Baksanıza memleketin haline! Durum tam da; “Abdestsiz sofuya namaz dayanmaz” kabilinden değil mi?
Tıpkı abdest almaya bile üşenen bir kişinin namaz kılması gibi, böyle bir kişinin namazından hayır beklenir mi?. Zira onun namazı alelacele yatıp kalkmaktan ibarettir. “Abdestsiz sofuya namaz dayanmaz” durumları…

Tüm memleketin ibadeti, “memleketlerin ibadeti de mi olur” demeyin. Sosyal bir problemi tam çözdü çözecek derken bir de bakıyorsunuz “abdestsiz”  olan biri ortaya çıkıyor. “Abdestsiz sofuya namaz dayanmadığı gibi, abdestsiz memleket sorun da çözemiyor...

Kökten bir “Taharet” gerek…
Bu memleketin kökten bir “Taharet”e ihtiyacı vardır. Hem “Hadesten”, hem “Necasetten”; hem görünmeyen kirlerden, hem de görünen kirlerden temizlik…

Kirletme işlemi taa İttihat ve Terakki günlerinden önce başladı. Hüseyin Avni Paşa, yanındaki çakallarla pehlivan padişah Sultan Abdülaziz''in iki bileğini de kestiğinde, adını “intihar” koymuşlardı. İntihar eden bir adam damarı kesilmiş eliyle öbür elini de kesebilirmiş… O ünlü zat Mithat Paşa''mız da bu cinayet şebekesinin parçasıydı. Hukuk adamıydı hesapta, cinayeti yargılayacaktı. Cinayeti işleyenler, cinayeti nasıl yargılasınlar ki?..

31 Mart''ın çete işi bir darbe olduğu yeni anlaşılmasından, milletten aldığı gücü, milleti daha fazla güçlendirmek için kullanmamasının bedelini canıyla ödeyen Menderes’e… Bunun 80’i var, 28 Şubatı ve 15 Temmuz haini var…

Hava bozuldu, su bozuldu, toprak bozuldu. İnsan bozuldu, bunlar bozulunca. “Taharet” unutuldu, “Gusül”ü de. Temizlik Tanrısı “Hygieia / Higien / Hijyen” onların yerini aldı!..
“Necis” olan birçok şey “Nefis” diye bize yutturuldu. Neyse şeytan önce onların “Maya”sına kendinden bir maya katmış herhalde. Sütümüz de, kanımız da bozuldu sonunda!
Türk milleti ve İslam alemi için çok kıymetli olan ve 481 yıl cami olarak hizmet veren Ayasofya'nın 

86 yıl sonra tekrar Fatih Sultan Mehmed'in vasiyetine uygun hale getirilmesine, ülkemizde başta olmak üzere Filistin'de, Ortadoğu'da, Kafkaslarda ve Balkanlar'da coşkuyla karşılanırken, çıkıyor koca kravatlı densizin biri; “Mesele siyasal İslam’ın Atatürk’le kapanmayan hesabı, cumhuriyetten rövanş alma arzusudur ...” sözleri.
Başka bir taharetsin ise, “Sultanahmet Camii de ibadete kapatılmalı” demesi… Bu neyin beyni? Bu nasıl bir kafa?..

Vatana, millete, bayrağa, ezana, adanmışların, aldanmışlara galip geldiği 15 Temmuz gecesi Türkiye’yi karanlığa gömmek istediler, ama başaramadılar. Allah kurdukları tuzakları başlarına geçirdi bu “Taharet”sizlerin…
Bu kafalarla boğuşulurken, “tam siyaset artık kendi mecrasına girdi”, bir de bakıyorsun “Taharetsiz”in biri lağımları patlatmakla meşgul. Memleketin abdesti bozulmuş. Hurra o tarafı temizle…

Enflasyon yüzde yüzlerden yüzde onların altına düşer. İhracat rekor üstüne rekor kırar. Faizler yüzde seksenlerden yüzde birli rakamları görür, millet biraz nefes alır. Hayda! Birileri ortalığı öyle bir kirletir ki, Isparta’nın gül esansıyla temizleyene aşk olsun. Bir de bakarsınız, aaa bizim adam… Daha neler, neler…

Birkaç yıl öncesine kadar Himalayalar’dan Çin Denizi’ne bütün bir İslam coğrafyasına model olarak sunulan Malezya“Ilımlı İslam modeli” bugün iflas etti. Niye? Aşağıda işaret edeceğim toplumsal belalar yüzünden: Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırmacılık, baskı, sansür ve muhafazakârlaşmada zirveyi zorlayan görüntüsü ile; masa, nisa ve kasa imtihanlarında tasdikname alması.

Bu gidişle  “Türkiye bir Malezya olur mu” diye düşünenler azınlıkta değildir. Dışarıdan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, içerden ise Abdurrahman Dilipak’ın sesleri kısıldı: “Böyle giderse, gelecek günler geçen günleri aratabilir. Halkın verdiği kredi çabuk tüketildi. Belediyelerde ve Meclisteki durum ortada…”diyor Dilipak.

Temizlenmenin yolu
Temizliğin tek yolu: Önce “Taharetler...” “Sıralama böyle. Daha sonra adalet şablonuyla milleti kucaklamak, o gücü aktif hale getirip, bir ve beraber olmayı sağlayıp; aklanıp, paklanarak yola devam etmek... Başka yol yok. Yoksa “Mahkeme kadıya mülk değil”. O makamlar birer emanettir. Emanete sadakat, millete sadakattir. Aksi ihanet olur, hezimet olur...

Evet, temizlenmenin tek yolu: Önce “Hadesten taharet” ve “Necasetten taharet”, sonra üç’ten on ikiye,  daha sonra yakın akraba ve beşi sıra…
Selam ve dua…


26 Mayıs 2020 Salı


                                            Ayasofya Cami Olacak!..                     



Bizans başkenti Konstantinopolis Patriği'nin patrik kilisesi ve Ortodoks Kilisesi'nin bin yıl boyunca merkezi olan Ayasofya…
“Kutsal bilgelik” ya da "ilahî bilgelik” anlamına gelen “Aya Sofya”…
Ayasofya, İslamiyet’in doğuşundan önce yapılmıştı (532-537). Roma İmparatoru Jüstinyen  Ayasofya’yı yaptırdığında Kudüs’e doğru dönmüş: Ey Süleyman seni geçtim, seni yendim demişti. Böylece Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm’a meydan okuma manası taşıyordu ifadesiyle o kilise! Hıristiyanlığın sembolü. Böylece İslamiyet’e karşı üstünlüklerini hakikat olarak değil de Ayasofya ile ifade ediyorlardı…

920 Yıl sonra… 
29 Mayıs 1453, Bizanslılardan harabe halinde alınan Ayasofya’ya İslâm mührü vurulur!..
Hz. Muhammed'in (s.a.v) "Kostantiniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır, onu fetheden ordu ne güzel ordudur" hadis-i şerifindeki övgüye mazhar olabilmek için İslam orduları birçok kez binlerce sahabe ve tabiinle beraber İstanbul'a geldi.  Birçoğu kuşatma esnasında şehadet şerbetini içtiler. Bu sahabelerden; 80-90 yaşlarında olmasına rağmen Hz. Muhammed'in (s.a.v) hadis-i şerifinin övgüsüne mazhar olmak için İstanbul seferine katılan Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a)… Ve binlerce Sahabe…
Daha 21 yaşında iken 1.100 yıllık Bizans İmparatorluğunu tarihten silmek Fatih Sultan Mehmet Han’a nasip olur...
567 yıl önce, 29 Mayıs 1453 Salı günü, Fatih Sultan Mehmet ve ordusu 52 gün süren kuşatma sonunda şehre girer, şehrin her tarafından göklere yükselen tekbir ve ezan sesleri arasında, Ayasofya’ya gelir…
Fethin timsali olan Ayasofya’yı, kıyamete kadar cami olması şartıyla vakfeden Sultan Fatih, Ayasofya Caminin vakfiyesine şu duasını ekler:
“Benim bu mabedim, dünya durdukça cami olarak kalacaktır. Her kim benim bu mabedimi camilikten çıkarıp başka bir şeye çevirirse; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun! Onlar, hiç hafiflemeyen bir azabın içinde kalsınlar! Öyle ki, yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiç kimse bulunmasın”!..

Tam 481 boyunca ezanlar, kametler, tekbirler, Kur’an tilavetleri kubbesinde çınlayıp duran Ayasofya…
“Ürperdi hayalim, bu nasıl korkulu rüya...
Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?
Bayram, Ramazan, Cuma, mübarek gecelerde,
Avize değil, mum bile yanmaz mı içerde?
Hangi eller sana akşamları zincir vuruyor?..
Ey derin facia, manzumeye sen sığmazsın,
Tutuşup yanmada kalbim, seni tarih yazsın! Dizeleriyle feryat ediyor merhum, güzel insan Ali Ulvi Kurucu (Allah c.c. ondan razı olsun).

Ayasofyasız İstanbul, İstanbulsuz Türkiye olmaz!..
Ayasofya’yı sıradan bir mabet olmaktan çıkarıp sembolleştiren; Peygamber müjdesi şehrin yüreğini teşkil ediyor...
Bu kimliği ile Ayasofya, Osmanlı Asırlarında çok önemli…
O kadar ki, Ayasofya İmamına saray protokolünde yer verilirdi...
Yüzyıllar geçti Ayasofya huzur içinde idi…

Bir gün geldi, huzurun yerini huzursuzluklar kapladı; Fatih‘in İstanbul‘u yetim kaldı…
1 Şubat 1934‘te acı bir haberle; "Ezanlar susacak, bu ma‘bed müze olacak" denildi… 
Ayasofya‘nın işgal yıllarında bile susmayan ezanları böylece susturuldu…
Ulu mabede kilit vuruldu;  Evlâd-ı Fâtihân yetim kaldı yetim…
Fatih‘in öz malı, ilk vakfiyesi gasp edildi...
En önce secdeye gidilen halılar kaldırıldı, sonra sıvanın altına gizlenen insan figürlü mozaikler; kucağında çocuğu İsa‘yı taşıyan Meryem Ana’yı tasvir eden mozaikler…;
Ve bütün melekler Ayasofya‘yı terk etti…

Müzeye çevrilen Ayasofya, 86 yıldır açılmayı bekliyor
İş uzadıkça uzuyor!..
1970‘li yıllarda Ayasofya önünde "Zincirler kırılsın, Ayasofya ibadete açılsın" muazzam kalabalıklarla mitingler yapıldı.  O dönemin en heyecanlı gençlerinden Recep Tayyip Erdoğan, Ayasofya‘yı ibadete kapalı tutanlara bugün "one minute" diyerek haykırdı...
Ümmet ayakta alkışladı…
Gün geldi, devran döndü...
Fethin mührü Ayasofya; secdelere yine hasret…  

Ayasofya, ah Ayasofya!..
Abdestsiz ayaklara çiğnetilen Ayasofya...
 Bizans‘ın Ortaçağı hayal mi ediliyor?..
Ayasofya artık yeni bir fetih değil, Fatih‘ini bekliyor…
Bunca zulüm artık yeter!..
Düşündüğümüz an yaramız kanıyor…
Fatihin vakfı asli hüviyetine dönmedikçe bu yara kapanmaz…
Bize bu şehri hediye eden Sultan’ın nerede vasiyeti?..
Surlara tırmanırken kızgın yağlarla kavrulan vatan evlatların ahı…
Boynumuzun üstünde duran O beddua ve ahın farkında değil miyiz?..
“O” orada mahzun kaldıkça belimizi doğrultmamız mümkün değildir!..

Umudumuz ve duamız odur ki; Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan beyefendinin Ayasofya Camisinin İstanbul’un Fethinin yıl dönümü olan 29 Mayıs 2020 de cami olarak açılacağını tüm dünyaya açıklamalarıdır.
Bizlerde halk olarak sayın büyüğümüz ve Cumhurbaşkanımıza minnet duyuyoruz…
Rabbimiz başımızdan eksik etmesin diye dualarda bulunuyoruz…
Bütün İslam âlemine hayırlı olması en kalbi dileğimiz...

Selam ve dua ile…










2 Mayıs 2020 Cumartesi



                                                   İşte Büyük Türkiye!..

Değerli okurlar,
Çin’den başlayan Korona virüs rüzgârı, doğudan başlayarak, Batı’ya doğru esip, ülkeleri tek, tek hizaya getirdi! Koca koca ulus devletlerin bir, bir yere yığıldığı,  çokuluslu şirketlerin de sorgulandığı şu günlerde, dünyanın pek çok büyük ülkesinden Türkiye'den yardım gelsin, diye bekleniyor.

Kolilerinin üzerine, Mevlana’nın “Ümitsizliğin ardından nice ümitler var, karanlığın ardında nice güneşler var” sözleri yazılı yardım paketleri Amerika dâhil ulus devletlere gönderiliyor.

Önce İspanya, İtalya, Fransa’ya hatta Çin’e tıbbi malzemeler konusunda yardımcı olan Türkiye, Birleşik Krallık İngiltere’nin de imdadına yetişti.

Tam 104 ülke ‘Büyük Türkiye’den yardım talebinde bulundu. Şu ana kadar 40 ülkeye yardım ulaştırıldı.

Türkiye korona virüs ile mücadelede büyük başarılar elde ediyor. İçeride aldığı sıkı tedbirlerle bugüne kadar vatandaşlarını mağdur etmedi. Yurtdışında yaşayan tüm vatandaşlarına da el uzattı. “İşte  Büyük Türkiye”!…

İngiliz Daily Mail Gazetesi, "Türkiye'den gelecek 400 bin koruyucu önlüğün 24 saat gecikmesi bütün sağlık hizmetlerini durdurabilir" ifadelerini kullandı ve gündem oldu.

Türkiye, salgın döneminde hiçbir hesap yapmadan yardım isteyen bu ülkelere yardım etmek suretiyle  “büyük bir devlet” olduğunu bir kez daha gösterdi.

Tüm dünyaya teknoloji, sağlık araç ve gerekçeleri satan, altyapısı ve sağlık sistemi ile örnek gösterilip korona ile mücadelesinde çok başarılı olduğu söylenen Almanya’ya bile…

Öte yandan Türkiye, korona virüsü ile mücadelede büyük başarılar elde ettiği söylenen 51 milyonluk Güney Kore ile aynı başarı oranına sahip; yüzde 0.022. Türkiye, geçen hafta 0.021 ölüm oranıyla Güney Kore'nin de önünde 5. sıradaydı.

Bu salgınla birlikte batılı devletlerin gizledikleri bir gerçeğe daha şahit olduk. Batı, ekonomik kayba uğrayacağına, kendi insanının ölmesini tercih etmekten imtina etmeyeceğini de dünya âleme gösterdi!…

Türkiye’nin başarılı mücadelesi dünyanın dilinde…

Dünya Türkiye’nin korona başarısını ayakta alkışlarken, muhalefet her zaman olduğu gibi hakikate zulmetmekle meşgul…
CHP’li Özgür Özel’in MHP ile ağız dalaşının ardından “Saray rejimi yıkılacak” densizliği...
Bu söze bazı CHP’liler “Helal olsun Özgür Özel’e! Hep başkaları mı siyaseti sertleştirecek? Biraz da Özgür Özel sertleştirsin. Ha şöyle! İşte biz böyle CHP istiyoruz” diye düşünen, 13 milyon seçmenin “umudu” bir muhalefet…

Siyasetten ve siyasilerden zerre beklentim olmayan bendeniz çokça söyledim, bugünde söylüyorum; ülkesinin tarihinden, kültüründen habersiz, değerlerine yabancı, vatanından uzak, kendi ülkesini böyle bir zamanda kalkıp hala dış basına şikâyet eden, ya da “Saray rejimi yıkılacak” sözleri ile oto yolda toz kaldırmaya çalışan bir kafa nerenin ürünü?..

Kim derse desin!..  
Zaman gösterdi; Türkiye artık eski Türkiye değil, bunu batılı ülkelere yapılan yardımlarla bir kez daha gördük… Anlayana…

İşte Büyük Türkiye… Vesselam!


11 Nisan 2020 Cumartesi


Allah Devlete Zeval Vermesin!..

Evet bir buhran yaşıyoruz ve bunun için her birimiz olan biten için bir anlam arayışı içindeyiz. Her birimiz karşı tarafın fikrini merak ediyor, sanki beynimizin içinde bir umut ışığı çakacak ve aydınlanma sağlayacak bir şey duyacağız. Oysa şimdilik kimsenin böyle bir cevabı yok…
Birbirimizi çok özledik… Meğer yüz yüze gelmek, sarılmak, tokalaşmak, kanepeleri paylaşmak ne kadar da kıymetliymiş… Yine de şükredilecek çok imkâna sahibiz…
Elbette zor durumda kalanlar da var. Onlara da Devlet Baba’nın eli uzanıyor ve uzanmaya da devam edecek…

Bir virüs bütün dünyayı teslim almış...
Dün bütün dünyayı idare etme gayretinde olan, hükümetleri deviren, dilediğini öldürüp, dilediğini yaşatan güçler büyük bir acziyet içindeler…
İtalya Rus ordusuna “yardım et” çağrısı yapıyor…
Sağlık sektörü çöken ABD ve Avrupa'da ordu sokağa iniyor…
İnsanlar korku ve endişe içinde…
Yüzbinlerce hasta…
On binlerce ölü...
Kıyamet provası gibi...
Buz pistlerini morg olarak kullanmaya başlayan Batı ülkeleri… 
NATO'dan acil yardım isteyen bir İspanya…
 Ya İtalya…
Salgın karşısında mücadele edemez noktada yaşlılarını kaderine terk etmiş bir İtalya…
Ya O kıtalara hükmeden İngiltere...
Kraliçesi dahi ülkesini bırakıp kaçan ve sokağa çıkma yasağı ile büyük bir panik içinde...
Türkiye’de bedava dağıtılan maskeler süper güç ABD’de para ile bulunamıyor…

Ya Türkiye…
 “Türkiye, 2002 yılından sonra Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde sağlık alanında inanılmaz bir dönüşüme imza attı”.
Devletimiz dimdik ayakta canını dişine takıp milleti için çalışıyor...
Dünyanın yardım taleplerine karşı sağlık yardımı gönderen bir Türkiye var artık…
Bu şaka değil gerçek…
Bu ortamda dahi 20 den fazla ülkeye şefkat elini uzatan bir Türkiye var…
Kimin liderliğinde?
Recep Tayyip Erdoğan’ın...
Türkiye 2002 yılından sonra Erdoğan'ın liderliğinde sağlık alanında inanılmaz bir atılıma imza attı...
Bugün Avrupa’nın o koca, koca ülkelerinde yaşanan dramları görünce,  Türkiye'de sağlık alanında yapılan yatırımların ne kadar doğru olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz…
Ülkemizde daha düne kadar şehir hastaneleri için atıp tutanlar, neredesiniz?..
Hakkı teslim etmenin zamanı gelmedi mi?
"18 sene önce Türkiye'de Şehir Hastanesi var mıydı?"
Hayır yoktu...
Bugün toplam yatak kapasitesi 45 bine yakın, her yönü ile muhteşem 10 dan fazla Şehir Hastanesi halkın hizmetinde...
2002'de Türkiye'deki hastanelerde toplam 19 bin nitelikli yatak varken, bugün sayıları 140 bini aştı…
Nereden nereye?
Bütün bunlar kimin liderliğinde yapıldı?
Erdoğan'ın liderliğinde...
Ya olmazsa olmaz olan yoğun bakım üniteleri…
Türkiye’de 2002'de 2 bin olan yoğun bakım yatak sayısı…
Bugün 43 bine yakın…
Dikkatlice okuyun lütfen; dünyada kişi başına düşen yoğun bakım yatak sayısı sıralamasında Türkiye 1. Sırada...
Şaka değil bu gerçek…
Kimin liderliğinde? Devlet Baba; Erdoğan'ın liderliğinde…
Bugün yılda 200 binden fazla kişiye ücretsiz evde sağlık hizmeti verilmesine ne diyeceksiniz peki?
Dahası…
Ambulans helikopterleri yabancı filmlerde seyrederdik…
Türkiye'de 2002'de hiç yokken, bugün 20 ambulans helikopter hizmet veriyor!
Daha neler, neler…
Kimin liderliğinde? Erdoğan'ın liderliğinde...
Gelelim bugünün meselesine…
Elinizi vicdanınıza koyun içeriden ve dışarıdan bunca bunca saldırıya karşı “Devlet Baba”  neyimizi eksik etti?
Şimdi de koronavirüs salgını…
Makedonya, Karadağ, Sırbistan, Bosna-Hersek ve Kosova'ya, hatta büyük Avrupa devletlerine tıbbi yardım malzemeleri gönderen bir Türkiye var…
Allah Devlete Zeval Vermesin!
Bugün dünyada yaşlıların ölümünden neredeyse hiç rahatsız olunmazken, bizim ülkemizde 65 yaş üstü insanların ihtiyaçlarını gidermek için her gün kapılarını çalarak ihtiyaçlarını not edip servis yapan bir devlet var…
Türkiye bütün dünyaya “Sosyal devlet nasıl olur” dersi veriyor…

İnşallah bu zor günleri de birlikte aşacağız…
Yeter ki yetkilileri dinleyelim ve tedbirleri alalım…
"Yaşamak güzeldir" diyorsak, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini görmek istiyorsak, İtalya, İspanya Fransa, ABD olmak istemiyorsak evde kalmak bir vatan borcu...
Sen, Ben, O, Hepimiz!..
Allah Devlete Zeval Vermesin! Amin…

5 Nisan 2020 Pazar


    


DÜNYADA İYİ ŞEYLER DE OLUYOR!                       

Dünyayı adeta esir alan korona salgını, hayatı çekilmez hale getirse de, yaşanan bir takım olaylar bizleri ümitlendiriyor.

Haftalardır eve hapsolmuş olmanın, sadece pencereden ıssız sokakları izlemenin ötesinde bir hareket alanının olmayışı, hele de nerede duracağını kestirilemeyen ölüm haberleriyle çok sıkıntılı günler yaşıyoruz.
Bunun yanında yıllardır görüşme imkanı olmayan dostlarımı hatırlamak, yıllar sonra annemle birlikte olmak, ona hizmet etmek,  duasını almak; benim için çok önemli bir kazanım… Olması gereken güzel şeyler…

Başka bir pencere ise;  iki hafta karantinaya alının Ronaldo’nun yaptığı açıklamada,  bu süre zarfında bol bol kitap ve Kur’an-ı Kerim okuduğunu söylemesi ayrı bir mutluluk olarak ortaya çıkıyor.

Bunların yanında,  Endülüs İspanya’sında 500 yıl sonra ezanın açıktan okunması ve bunun İspanyol halkı tarafından yadırganmaması önemli bir gelişme.

Ya Almanya ve Fransa’da şimdiye kadar izin verilmeyen minarelerden ezan okunmasına virüs salgını vesilesiyle tahammülün, hoşgörünün oluşması...

Virüs salgını sona erince özellikle Avrupa ülkelerinde İslam düşmanlığının yeniden hortlaması söz konusu olmayacağını zannediyor ve Haçlı anlayışın bile köklü bir değişime uğrayacağını düşünüyorum.

Ayrıca ABD başta olmak üzere İtalya ve diğer ülkelerde ellerin dua için “Semaya” açılması bir başka güzellik.

Korona salgını vesilesiyle Batıllar arasında Müslümanlara karşı hoşgörünün gelişmiş olması memnuniyet verici olmakla birlikte,  aynı gelişmenin içimizdeki bir takım kimselerde oluşmaması çok üzücü… Çünkü onlar halâ başörtülü görünce bir yerlerine iğne batmışçasına tepki vermeyi sürdürüyorlar. Elbette gösterilen bu tepkinin sebebinin örtü olmadığını, onun ifade ettiği mana olduğunu çok iyi biliyoruz…

Bu ülkede hep birlikte yaşamak zorunda olduğumuza göre, kendi içimizdeki,  Canan. K. gibi İslam'a hakaret, halkı aşağılama, tehdit ve küfürle yatıp kalkan hazımsız çirkin yüzlüler;  Haçlılardan tahammül ve hoşgörüyü öğrenirler umarım.

İspanya’da 500 yıldır izin verilmeyen ezanın açıktan okunmasına gösterilen “tahammül”ün, içimizde de gerçekleşmesi zor olmayacağı ümidiyle…

Selam, saygı ve dua ile